T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
WEB SİTESİ GİZLİLİK VE ÇEREZ POLİTİKASI
Web sitemizi ziyaret edenlerin kişisel verilerini 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca işlemekte ve gizliliğini korumaktayız. Bu Web Sitesi Gizlilik ve Çerez Politikası ile ziyaretçilerin kişisel verilerinin işlenmesi, çerez politikası ve internet sitesi gizlilik ilkeleri belirlenmektedir.
Çerezler (cookies), küçük bilgileri saklayan küçük metin dosyalarıdır. Çerezler, ziyaret ettiğiniz internet siteleri tarafından, tarayıcılar aracılığıyla cihazınıza veya ağ sunucusuna depolanır. İnternet sitesi tarayıcınıza yüklendiğinde çerezler cihazınızda saklanır. Çerezler, internet sitesinin düzgün çalışmasını, daha güvenli hale getirilmesini, daha iyi kullanıcı deneyimi sunmasını sağlar. Oturum ve yerel depolama alanları da çerezlerle aynı amaç için kullanılır. İnternet sitemizde çerez bulunmamakta, oturum ve yerel depolama alanları çalışmaktadır.
Web sitemizin ziyaretçiler tarafından en verimli şekilde faydalanılması için çerezler kullanılmaktadır. Çerezler tercih edilmemesi halinde tarayıcı ayarlarından silinebilir ya da engellenebilir. Ancak bu web sitemizin performansını olumsuz etkileyebilir. Ziyaretçi tarayıcıdan çerez ayarlarını değiştirmediği sürece bu sitede çerez kullanımını kabul ettiği varsayılır.
Web sitemizi ziyaret etmeniz dolayısıyla elde edilen kişisel verileriniz aşağıda sıralanan amaçlarla T.C. İçişleri Bakanlığı tarafından Kanun’un 5. ve 6. maddelerine uygun olarak işlenmektedir:
Web sitemizi ziyaret etmeniz dolayısıyla elde edilen kişisel verileriniz, kişisel verilerinizin işlenme amaçları doğrultusunda, iş ortaklarımıza, tedarikçilerimize kanunen yetkili kamu kurumlarına ve özel kişilere Kanun’un 8. ve 9. maddelerinde belirtilen kişisel veri işleme şartları ve amaçları kapsamında aktarılabilmektedir.
Çerezler, ziyaret edilen internet siteleri tarafından tarayıcılar aracılığıyla cihaza veya ağ sunucusuna depolanan küçük metin dosyalarıdır. Web sitemiz ziyaret edildiğinde, kişisel verilerin saklanması için herhangi bir çerez kullanılmamaktadır.
Web sitemiz birinci ve üçüncü taraf çerezleri kullanır. Birinci taraf çerezleri çoğunlukla web sitesinin doğru şekilde çalışması için gereklidir, kişisel verilerinizi tutmazlar. Üçüncü taraf çerezleri, web sitemizin performansını, etkileşimini, güvenliğini, reklamları ve sonucunda daha iyi bir hizmet sunmak için kullanılır. Kullanıcı deneyimi ve web sitemizle gelecekteki etkileşimleri hızlandırmaya yardımcı olur. Bu kapsamda çerezler;
İşlevsel: Bunlar, web sitemizdeki bazı önemli olmayan işlevlere yardımcı olan çerezlerdir. Bu işlevler arasında videolar gibi içerik yerleştirme veya web sitesindeki içerikleri sosyal medya platformlarında paylaşma yer alır.
Oturum Çerezleri (Session Cookies) |
Oturum çerezleri ziyaretçilerimizin web sitemizi ziyaretleri süresince kullanılan, tarayıcı kapatıldıktan sonra silinen geçici çerezlerdir. Amacı ziyaretiniz süresince İnternet Sitesinin düzgün bir biçimde çalışmasının teminini sağlamaktır. |
Web sitemizde çerez kullanılmasının başlıca amaçları aşağıda sıralanmaktadır:
Farklı tarayıcılar web siteleri tarafından kullanılan çerezleri engellemek ve silmek için farklı yöntemler sunar. Çerezleri engellemek / silmek için tarayıcı ayarları değiştirilmelidir. Tanımlama bilgilerinin nasıl yönetileceği ve silineceği hakkında daha fazla bilgi edinmek için www.allaboutcookies.org adresi ziyaret edilebilir. Ziyaretçi, tarayıcı ayarlarını değiştirerek çerezlere ilişkin tercihlerini kişiselleştirme imkânına sahiptir.
Kanunun ilgili kişinin haklarını düzenleyen 11 inci maddesi kapsamındaki talepleri, Politika’da düzenlendiği şekilde, ayrıntısını Bakanlığımıza ileterek yapabilir. Talebin niteliğine göre en kısa sürede ve en geç otuz gün içinde başvuruları ücretsiz olarak sonuçlandırılır; ancak işlemin ayrıca bir maliyet gerektirmesi halinde Kişisel Verileri Koruma Kurulu tarafından belirlenecek tarifeye göre ücret talep edilebilir.
Türbe, Eyüp Sultan Camii adıyla bilinen ünlü ve kutsal caminin kuzey tarafında ve iç avlunun hemen önündedir. İstanbul’da yapılan ilk eser budur. Büyük Türk hükümdarı Fâtih Sultan Mehmed tarafından, 1454-55 tarihlerinde yaptırılmıştır.
Türbede metfun bulunan Hz. İ Hâlid Bin Zeyd Ebû Eyyüb el-Ensâri, Medineli'dir. Hazraç kabilesinin önemli kollarından Neccar-Zâde Hânedanı'nın reisidir. Babasının adı Zeyd, annesinin adı ise Hind'dir. Künyesi Eba Eyyüb'dür. Hicretten iki yıl önce Mekke'ye gelerek Hz. Muhammed (sav) ile görüşmüş ve İslam'ı kabul etmiştir.
Hz. Muhammed, 622 yılında eylül ayı sonlarında Mekke'den Medine'ye göç etmişti. Bütün Medineliler kendisini misafir etmek istiyordu. Bu durumu gören Hz. Peygamber: "Devemi kendi haline bırakınız, o beni nereye götürürse ben o hanenin misafiriyim, diyerek Kusva adındaki devesinin başını serbest bıraktı. Deve ağır ağır ilerleyerek Hz. Hâlid Bin Zeyd'in hanesi önünde çöktü, bunun üzerine Hz. Peygamber bu eve misafir oldu." Resul-i Ekrem bu evde, Mescid-i Nebi tamamlanıncaya kadar tam yedi ay kaldı. Bu sayede Hâlid Bin Zeyd, hiç bir Müslümanın ulaşamadığı mihmandarlık mertebesine yükselmiş ve seçkin Sahabeler arasındaki yüksek yerini almıştı.
Hz. Hâlid Bin Zeyd'in evi bugün, Mescidi Nebi'nin sol tarafında ve minarenin yanındadır. Ravza-i Mutahhara adı verilen Hz. Peygamber'in türbesi de minarenin sağ tarafındadır. Hz. Halid'in evi, sonradan kubbeli halde yeniden inşa edilmiştir. Hz. Hâlid, İslamiyet'i kabul ettiği günden sonra peygamberinden hiç ayrılmamış ve onun yaptığı bütün savaşlarda sancağını taşımıştır.
Hicretin 48 veya 49. (M. 668-69) senelerinde, İslam Ordusu kumandanı Süfyan Bin Avf'ın idaresindeki ordu, İstanbul’a gelmişti. Şehir muhasara edilmiş ve kuşatmanın devam ettiği bir sırada Hâlid Bin Zeyd ve Süfyan Bin Avf vefat etmişlerdi. Yaşının hayli ilerlemiş olması ve çok uzak yollar kat etmesi sıhhatini bozmuş ve bir rivayete göre ishal ve bir rivayete göre de astım hastalığından yatağa düşmüştü. Vefatında türbesinin bulunduğu yere defin edildi.
Büyük hükümdar Fâtih, İstanbul’u muhasara ettiği sırada muhteşem otağını, Topkapı karşısındaki Maltepe Kışlası'nın bulunduğu yerde kurmuştu. Muhasara sırasında da Hz. Halid'in mübarek kabrinin bulunmasını, kuşatmaya iştirak eden devrin Kutbu, Akşemseddin Hz. den istemişti. Evliya Çelebi bu hususta şunları anlatıyor:
"857 (1453) senesinde Hz. Fatih Sultan Mehmed Han Gazi, İstanbul’u fetih ederken 77 ermişlerin büyükleri Ebâ Eyyüb'ün kabrini aramaya koyuldular. Sonradan Akşemseddin Hz. leri:
-Müjdeler olsun Beyim, Resulullah’ın Alemdarı, Ebâ Eyyüb Ensâri burada gömülüdür, diyerek sık bir ormanlığa girdi. Bir seccade üzerinde iki rekât namaz kılarak selam verdikten sonra bir secde daha yapıp güya rahat uykuya dalmış gibi kaldı. Birçokları, Efendi, Ebâ Eyyüb'ün kabrini bulamadığı için utancından uykuya vardı, dediler. Bir saat sonra Akşemseddin Hz. leri seccadeden başını kaldırıp mübarek gözleri kan çanağını andırır bir halde Fâtih'e hitaben:
- Beyim, Allanın hikmeti, seccademizi tâ Ebâ Eyyüb'ün mezarı üzerine döşemişler, hemen şurayı kazsınlar, deyince Akşemseddin fukarasından üç kişi Fatih ile beraber seccadenin altını kazmaya başladılar. Derinliği üç ziraya varınca, bir dört köşe yeşil somaki mermer göründü. Üzerinde kûfi yazı ile: "Hazâ kabr-i Ebâ Eyyüb Ensâri" diye yazılmış olduğu görüldü. O taş kaldırıldı, içinde Ebâ Eydiye yazılmış olduğu görüldü. O taş kaldırıldı, içinde Ebâ Ey-yüb'ün vücudu safran ile boşanmış kefen içinde ter-ü taze görüldü ki sağ ellerinde bir tunç mühür vardı. Taş yine kapatılıp örtüldü. Bunu gören İslam askerleri toprağını tevhit ve tezkir ile doldurdular. Sonra bütün hazır olan Müslümanlar ziyaret edip nurlu türbelerinin temeline başladılar."
Diğer bir rivayete göre de İstanbul kuşatması sırasında Akşemseddin Hz. müridleriyle birlikte Okmeydanı'nda kurulan çadırlarda kalıyorlardı. Fatih kendisinden Ebâ Eyyüb Ensâri'nin kabrinin yerini bulunmasını istediği zaman:
-Sultanım, ben her gece şu semte bir nur indiğini görmekteyim, diyerek kabrinin yerini göstermiş ve baş ve ayak uçlarına birer çınar ağacı dikerek kabrin yerini işaretlemişti. Fatih Sultan Mehmed, Akşemseddin'i sınamak için dikilen bu iki çınar ağacını yerlerinden çıkartarak, bugün iç avluda bulunan setli yere diktirmiş ve parmağındaki yüzüğü de çıkartıp mezarın bulunduğu yere gömdürmüştü. Ertesi gün, Akşemseddin Hz. geldiğinde çınar ağaçlarının bulunduğu yere uğramadan kabrin olduğu yere gelip asasını mezarın ortasına dikmişti.
Gene rivayete göre iç avludaki iki çınarın bulunduğu yüksek yer Ebâ Eyyüb Hz.’nin gasledildiği yerdir. Ayakaltında kalmaması için etrafı çevrilmiş ve yükseltilmiştir.
Kuşatmanın başlarından İstanbul’un fethine kadar cuma namazları topluca, Eyüp Sultan Camii'nin bulunduğu yerde kılınmıştır.
Türbe, sekiz köşeli olup tek kubbelidir. Kesme taştan yapılmıştır. Kubbe, cephe yüzlerine oturtulmuştur. Kasnağı yoktur. Cephe köşelerine kabartma sütunlar yapılmıştır. Pencere söveleri mermerdir. Kapısının bulunduğu cephe hariç, diğerlerinde alt-üst iki pencere bulunmaktadır. Alt pencerelerin pirinçten dökme kapakları mevcuttur. Kemerli kapısı alternatifi olup mermerdir. Üzerine, Allah ve Muhammed isimleri ve bunun altına da kelime-i tevhid hak edilmiştir.
Türbenin içi, alt pencerelerinin üst silmesine kadar bütün duvarlar, mavi ve beyaz rengin hakim olduğu desenli sinilerle kaplıdır. Bu çinilerin üst tarafında türbeyi fırdolayı kuşatan, lacivert zemin üzerine beyaz celi yazılar ile donatılmış bir çini kuşağı yer almıştır. Buraya, Besmele-i şerif ve Tövbe Suresi’nin ayetleri yazılmıştır.
Üst pencerelerin hizasından itibaren kubbe kilit noktasına kadar kalem işlemeleri ile süslenmiştir. Kubbe ortasına güzel bir istif ile Al-i İmrân Suresi'nin 193. Ayet-i kerimesi yazılıdır. Muhtemelen bu yazı Fatih devrine aittir. Pirinçten dökme ve döğme bezemeli alt pencere kapakları ise Sultan III. Selim tarafından yaptırılmıştır.
Türbenin ortasında etrafı gümüş şebekeli bir parmaklık içinde Hz. Hâlid Bin Zeyd'in sandukası bulunmaktadır. Üzerinde siyah atlastan yapılmış ve sarı simle işlenmiş güzel bir yazı ile "Kisve-i şerif" örtülmüştür. Bu kisveyi Sultan II. Mahmud yaptırmış olup üzerindeki yazıların büyük bir kısmı devrin meşhur hattatı Mustafa Rakım Efendi'ye aittir. Siyah atlas Kisve-i şerife'yi bağlayan sırma kuşak üzerindeki celi hatlar Sultan II. Mahmud'a aittir. Sandukanın etrafındaki gümüş şebekeyi ilk defa Sultan I. Ahmed gümüş telden yaptırmıştır. Büyük bir ihtimalle 1020 (1611) tarihinde hacet penceresi duvarı yaptırılırken konmuştur. Daha sonra Sultan III. Ahmed'in damadı Sadrazam İbrahim Paşa himmetiyle bu gümüş tel şebeke onarılmış ve son olarak ela Sultan III. Selim barok stilde ve gümüşten dökme olarak şimdiki şebekeyi yaptırmıştır. Şebeke maden işçiliği bakımından bir şaheserdir. Arka cephesinde 1207 (1792) tarihinde yapıldığına dair tarih vardır. Şebekenin ön kısmında, yukarıdan aşağıya doğru, Hz. Hâlid'in alemdarlığına işaret olmak üzere sembolik bir Sancağ-ı şerif muhafazası, önünde istiridye kabuğu şeklinde ve tuğravari bir süs ve onun ortasında da güzel yazı yazmanın önemine işaret eden bir hadis-i şerif görülmektedir. Az aşağıda ise, gümüş oyma olarak bir Besmele-i şerif bulunmaktadır. Şebekenin ön cephesinde ve ortaya yakın simetrik ve oyma olarak Hz. Hâlid'in isimleri görülmektedir. Gümüş şebekenin sağ ve sol tarafında daire içinde Besmele-i şerif ve onun etrafında Fatiha Suresi oyma olarak işlenmiştir.
Şebekenin ayak ucuna ise, yine oyma olarak, bir beyit yazılmıştır, ki şudur:
Meşhed-i pâk Alemdâr-ı Resul
Zâhir-i bâtın gülzûr-t naim
Sarf-ı himmetle âna sabıkda
Kıldı Hân Ahmed-i Evvel ta 'zim
Şimdi Sultan Selim-i sâîis
Yapdı ol gevhere halka-i sim
Yazdı itmamına târih Münib
Pâk-i vâlâ eser-i Şah Selim
Şair Münib Efendinin yazdığı bu şiirin tarih mısraının ebcet hesabıyla tutarı 1207 (1792) dir. Şebekenin üst kısmını meydana getiren inişli çıkışlı çerçevenin üzerinde döğme halinde ve sağdan sola doğru Bakar Suresi'nin ayetleri ile Al-i İmran Suresi’nin ayetleri yer almıştır. Bu şebekenin arka kısmında kalan yerde Osmanlı Padişahları kılıç kuşanma merasimi yapmakta idiler. Büyük demetli müze eşyasıyla birlikte Niğde'ye götürülmüş ve savaş bittikten sonra getirilerek tekrar yerine konmuştur.
Türbenin içinde ve sandukanın ayakucuna rastlayan duvarın kenarında bir kuyu vardır. Bu kuyunun mermer bilezik taşı, türbe duvarı özel olarak bir miktar oyulmak suretiyle yerleştirilmiştir. Hâlen üzerinde ağaçtan çıkıntı ve bakır kovası görülmekte ve üzerinde yer alan kitabeden bu kuyunun Sultan I. Ahmed tarafından ihya edildiği anlaşılmaktadır. Kitabe şudur:
Bu kuyu kim ol nezir suyu âlem içre zemzemân
Alemdâr-ı Resül'ün ayağına yüz sürer zühreyân
Çün defn Udiler ashabın güzâtt bunda bu şahı
Bu câhi ayağı ucuna kazub eylediler inşâi
Şu dem kim türbenin içini dışını kıldı Ahmed hân
Yakub mermerleri ile eyledi ihya ol sükür-güftâr
No/a ol Pâdişâh'Hâhz'a cümle umurunda
İlâhi emr eyle yaver ola bu Server-i Ensdr 1016 (1607)
Bu kuyu hakkında muhtelif rivayetler vardır. Söylentiye göre, Hz. Hâlid'i buraya defneden arkadaşları bir pınar kazmışlar, daha sonra ise Bizanslılarca kuyu haline getirilmiş ve korunmuştur. Sinir hastalığa yakalanan Bizans İmparatorlarından birinin kızına rüyasında bu pınar suyu ile yıkandığı takdirde tutulduğu hastalıktan kurtulacağı söylenmişti. Bunun üzerine prenses bu pınarın yakınında kurduğu bir çadırda yıkanarak bu hastalıktan kurtulmuş. Bunun üzerine pınar kuyu haline getirilerek ayazma yapılmış ve yüzlerce sene suyu hastalara şifa niyetiyle dağıtılmış.
Kuyu bilezik taşından itibaren iki metre derinlikte, kuzey tarafa bir dehlize açılmakta ve burada ikinci bir bilezik taşı daha görülmektedir. Bu ikinci bilezik taşının biraz aşağısında da kuyunun suyu kolayca farkedilmektedir. Bu kuyu ve dehlizin türbenin Haliç tarafı ve Silahdarağa Caddesi tarafından tahminen iki metre derinlikte kuşatan ikinci dehliz ile alakası olmalıdır. Bu dehlizin üzeri eyvan şeklindedir ve semini mermer döşelidir. Yüksekliği takriben 1.25 M. dır. Genişliği ise, iki ile beş metre arasında değişmektedir. Bu dehlize, türbe dış kapısının sağ tarafındaki Sultan I. Ahmed Sebilinin içindeki altı basamaklı merdivenli bir yoldan girilmektedir. Dehlizin içine girildiğinde tam orta yerden bir ucu Bostan iskelesinde denize ulaşan bir kanalın ağzı görülmektedir. Toprak altı sularının artması ile kuyunun dehliz içindeki bilezik taşından taşan suların akması için bu kanalın açıldığı muhakkaktır. Çünkü, türbe ve kuyunun mevkii, İdris Köşkü Tepesi'nin hemen eteğindedir.
Türbenin pencerelerine ait siyah atlas perdeler, aslında Hz. Peygamber'in türbesi Ravza-i Mutalıhara için hazırlanmıştı. Üzerinde kendi renginden Tevhid ve Şahadet kelimelerinin işlendiği görülmektedir.
Ortada sandukanın üzerindeki dairevi kandillikte yer alan 36 adet buhurdan ve zemzemiyye Sultan III. Ahmet'in hediyesidir. Bunların bir kısmı altın bir kısmı ise gümüştür.
Türbe girişindeki büyük kristal avize, Sultan III. Selim veya Sultan. II. Mahmud tarafından türbeye konulmuştur. Sandukanın dört köşesine konan dört büyük şamdanlar ise emniyet düşüncesiyle Topkapı Sarayı Müzesi'ne kaldırılmıştır. Bu gümüş şamdanları Sultan İbrahim hediye etmiştir. Türbenin duvarlarını Sultan I. Ahmed'in, Sultan III. Mustafa'nın, Sultan III. Selim'in, Sultan II. Mahmud'un, Sultan Abdülaziz'in, Hattat Osman Efendinin (1101/1686), Hattat Ahmed Razi Efendinin (118911775), Hattat Yeserizâde Mustafa İzzet Efendinin (1251/1835) ve Mahmud Celaleddin Efendinin 1251 tarihli yazıları süslemektedir. Bunlar hat sanatının en güzel örnekleridir. Ayrıca meşhur hattatlarımızdan Hasan Rıza Efendinin Hz. Hâlid'in kabrinin bulunuşu ile ilgili olarak fiekayik-i Numâniyye'den alman bilgileri tespit eden nefis bir hattını da unutmamak lazımdır. Sultan III. Selim tarafından söylenipte Yesâri -Zade Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan şu levha da bir şaheserdir:
Alemdâr-ı kerim şah-ı iklim-i risâletin
Muinim ol benim daim bi Hakk-ı Hz. Bari
Selim-i ilhamı her dem yüz sürer bu ravza-i pâke
Şefaatle kerem kıl Yâ Ebâ Eyyüb Ensâri
Sancak-ı şerif 1730 tarihine kadar türbede muhafaza ediliyordu. Bu tarihte zuhur eden Patrona isyanında asiler sancak-ı şerifi almak için harekete geçince derhal Topkapı Sarayı'na kaldırılmıştır. Bugün türbede yalnız iki adet Sancakı şerif kılıfı vardır.
Fatih Sultan Mehmed, türbenin kapısını tahtadan yaptırmıştı. Sultan I. Abdülhamid bunları kaldırarak yerine bugünkü tunç iki kapı koydurup pencereleri dahi yenilemiştir. Eski pencereler Karagümrük'te bulunan Mesih Paşa kethüdasi Hasan Paşa'nın Camiine nakl olunarak yerlerine konulmuştur. Türbe kapısının yenilenmesine söylenen bu şiir padişah emri ile kapı üzerine yazılmıştır ki şudur:
Şefa'ât kast ider
İhlasla ol bâb'da hakka
Bu cây-i pâke Hân
Abdülhamid yapdı der-i vâlâ
1200 (1786)
Tarih yazılı değildir, ebced hesabı ile bulunmuştur. Sultan II. Abdülhamid bu tunç kapı önüne bizzat kendi eliyle sedef kakmalı, parmaklıklı bir kapı yapıp koydurmuştur.
Türbenin önünde medhal dediğimiz bir kısım vardır. Fatih devrinde türbenin kapısı önünde bir revak bulunuyordu. Burası, sütunlar üzerine oturtulmuş bir kubbecikten ibaretti. Yanları açıktı. 1022 (1613) tarihinde, Sultan I. Ahmet, bugün gördüğümüz hacet penceresinin de üzerinde bulunduğu çini kaplı duvarı, sebil ile beraber inşa ettirerek eski medhal kısmını tamamen değiştirmiştir. Bu giriş kısmının tavanı klasik Türk tezyinatına ait kalem işleri ile süslüdür. Duvarları ise çinilerle kaplıdır.
Medhale açılan kapının sağ tarafında Fatih ve Sultan Bayezid devri nişancılarından Ahmed Çelebi Paşa'nın kabri vardır. Lahit şeklindeki bu mezarın arkasında ve türbenin sağ tarafında ise Kadınlar mescidi bulumaktadır. 3x3 boyutlarında küçük bir odadır. Sultan II. Mahmud'un kızı, Adile Sultan her sene Ramazan süresince burada itikafa çekilmeyi adet edinmişti. Hz. Hâlid için yazdığı, çok duygulu kasideyi bu küçük mescitte yazdığı söylenir.
Medhalin sol tarafında, Kadem-i şerif pişigâhı bulunmaktadır. Nakş-ı Kadem-i Peygamberi'ye mahsus dolabın içinde şu kitabeler vardır:
Nola töcim gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i resmi durur Hazret-i Şâh-ı Resûl'un
Gül-ü gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir.
Bahtiyar durma yüzün sür kademine o gülün
Sultan 1. Ahmed
Sakın taş sanma yahu gevher-i âlem bahâdır bu
Gel ey biçâre yüz sür nakş-ı pây-i Mustafa 'dır bu
Seza arş-ı mu'alla zı'nnet ârây-t makam olsa
Zehi cây-ı mu'azzam mevk-i hacet revadır bu
Sultan III. Selim
Dolabın üzerinde üç sıra halinde hazırlanmış şu kitabe vardır:
Ziyâretgâh-ı ümmet olmağa Sultan Mahmud Hân
Makam-ı akdese vaz'eyledi bir kenz-i lâ yünsâ
Şerefyâb-ı kadem olsun deyû Eyyüb-i Ensâri
Mülüki şehe Udi türbeye züvvâr içün ihdâ
Nola ger hissemend-i nakş-i pây-i müctebâ ola
Amedâr-ı Resul -i Kibriya'dır ol cihad-ârâ
Usât-ı Ümmet içün koydu bir âsâr-ı istişfâ
O lâl-i pürhude hırman-ı şefaat mi ola hâşâ
Düşürdüm böyle bir mu'ciz nümâye-i hutayâ târih
Makamun buldu resm-i pây-ı sultan-ı
Resûl-ü hakka 1144 (1732)
Bu dolap, hacet penceseri duvarı ile beraber aynı zamanda yapılmıştır.
İç avludan türbe medhaline açılan Hacet Penceresi üzerindeki bronz şebeke Sultan I. Ahmed tarafından yaptırılmış olup orijinaldir. Pencerenin, cami avlusuna bakan yüzünde ve üstte şu kitabe vardır:
Müyesser eyledi bu meşhed-i envâr-ı pür feyz ü vefa
Resülullah-ı mihman iden yâr-ı vefakarı
Türab-ı merkad pâk-ı mücellâ eyler Ensârî
Mücâhid fi sebilillah Ebi Eyyüb El-Ensâri
Hacet penceresinin iç kısmına ise bir Hadis-i şerif yazılmıştır ki anlamı şudur: "Devemi kendi haline bırakınız. Zira o kendine düşen görevi yapmağa memur edilmiştir. 0 da gitti, Ebû Eyyüb'ün kapısı önüne çöktü."
Medhalin sol tarafında ucunda bir koridor vardır. Boş avluya açıldığı yerde, sağlı sollu iki cüzhane yer alır. Sağ taraftakini Kanuni devri sadrazamlarından Semiz Ali Paşa, sol taraftakini ise, Genç Osman'ın annesi Mahfırûz Hatice Sultan yaptırmıştır. Koridorun iki yan duvarı muhtelif renk ve desende nadide çinilerle kaplanmıştır.
İç avluda bulunan ve türbe medhaline açılan kemerli kapının üzerinde Tac'ül-tevârih yazarı, Hoca Sa'düddin Efendinin oğlu ve 26. Şeyhülislam Mehmed Es'ad Efendinin Hz. Hâlid hakkında yazdığı 36 mısralı Arapça bir kitabesi bulunmaktadır. Ramak yazılı değildir. Es'ad Efendi 1034 (1625) tarihinde vefat etmiştir. Kabri, Eyüp'te Saçlı Abdülkadir Efendi Camii hazinesinde, babasının yanındadır.
970 seferinin başlarında (Ekim-1562) İstanbul’da o tarihe kadar görülmemiş bir afet yaşanmış ve bu sırada Halkalı ‘da avlanmakta olan Kanuni Sultan Süleyman, Şorya'daki İskender Çelebi Bahçesi'ne sığınmak zorunda kalmıştı. Burada dahi suların çok yükselmesi ile Sultan'ın, iç oğlanlarının birinin sırtında yüksek bir yere çıkarılması ile hayatı kurtarılabilmiştir.
Bu sel felaketi sırasında, Edirnekapı ile Topkapı arasındaki Bayram Paşa Vadisi, tamamen sularla dolmuş ve suyun tazyikine dayanamayan surlar yer yer yıkılmış ve Yenibahçe'den Langa Bostanı'na kadar ortalığı harap ve viran, hâk ile yeksan etmiştir.
Nuh Tufan’ını andıran bu tufan sırasında "Kağıthane Deresi'nden beri gelip Ebâ Eyyûb Ensâri Kasabası'nda, mübarek türbelerine girerek bir zira (75 ile 90 santim) yükselmiştir. "Suların çekilmesi bir hafta sürmüş ve geriye kalın bir çamur tabakası bırakmıştır. (Solak-Zâde Tarihi, Haz. V. Çabuk 2/292)
Türbe ve cami 1894 depreminde zarar görmüş ve bir sene sonra onarılmıştır.
Kaynak (Hadikat'ül-Cevami/243 ve devamı) (E. Çelebi, Haz. Z. Danışman 2/101) (R. Akakuş, Eyüp Sultan S: 85 ve devamı) (Koçu, ‹st Ans. 10/5465) (H. Ayverdi, Fatih Devdi 3/355) (H. fiehsüvaroğlu, Asırlar Boyunca ‹st S: 118-119) (C. Arseven, Türk Sanatı Tarihi S: 285) (H. Edhem, Camilerimiz S: 29) (Osmanlı Arş. Evkaf İdareleri Kataloğu 1/83)
Eyüp Sultan Türbesi'nde yapılan kılıç kuşanma merasimleri
Osmanlı Padişahları tahta geçtikten sonra bir gün Eyüp Sultan Türbesi içinde kılıç kuşanırlardı. Bunun muayyen bir zamanı yoktu. Merasim, padişahın isteğine ve vaziyetin icabına göre yapılıyordu. Sultan Mehmed Reşad'ın kılıç kuşanma merasimi, tahta çıktıktan on dört gün sonra icra edildiği gibi ikinci Sultan Abdülhamid cülusunun sekizinci, Sultan Mecid tahta çıkışının on birinci ve ikinci Ahmed de yirmi birinci günü kılıç kuşanmıştır. "Ebu Eyyüp Ensâri Türbesi'nde Padişahlar'a kılıç kuşatan zevat her zaman muayyen değildi. Çok defa bu vazifeyi Şeyhül İslamlar Yapmışlardır. 1012 (1603)'de Birini Ahmed'in cülusunda kendisine Şeyh'ül-İslâm Eb-ül-Meyamin Mustafa Efendi kılıç kuşatmıştı. Padişah deniz yoluyla Eyyüb'e gitmiş, kara yoluyla saraya dönmüştü. Birinci Mustafa ile İkinci Osman'a da Şeyhülislâm kılıç kuşatmıştı. Dördüncü Murad'a asrının büyük şeyhlerinden Celvetiyye tarikati ulularından Üsküdar Aziz Mahmud Hüdai Efendi kılıç kuşatmıştır. Dördüncü Mehmed'e de Şeyhülislâm tarafından kılıç kuşatılmıştır. İkinci Süleyman'a da Şeyhülislâm Debbağ-Zâde Mehmed Efendi ile Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa kılıç kuşatmışlardı. Üçüncü Ahmed'e de Nakib'ül-eşraf tarafından Yeniçeri Ağası ve Silahdar Ağa'nın yardımlarıyla kılıç kuşatılmıştı. 1143 (1730) de hükümdar olan Birinci Mahmud'a Nakib'ül-eşraf ‹mad-Zâde Seyyid Mehmed Efendi, Hazret-i peygamber'e ait kılıcı kuşatmış, Padişah kara yolu ile Eyyüb'e gitmiş ve aynı yoldan avdet etmişti. Üçüncü Mustafa'ya, Şeyhülislam Feyzullah Efendi ile Nakib'ül-eşraf ve birinci Abdülhamid'e Şeyhülislâm Mehmed Efendi kılıç kuşatmışlardı. Üçüncü Sultan Selim, cülusunun yedinci günü kılıç alayı yaparak kara tarikiyle ve Edirnekapı yolu ile Eyyüb'e gidip ziyaretten sonra kendisine Şeyhüislâm tarafından kılıç kuşatılmış, Nakib'ül-eşraf dua etmiş ve her kılıç alayında adet olduğu üzere Hassa Kasap Başısı tarafından kurbanlar kesilmişti. Yine hükümdar deniz yoluyla avdet etmişti.
İkinci Mahmud'un kılıç alayında padişah daha sarayda iken Peygambere nispet edilen kılıcı, Silahdar Ağa vasıtasıyla mahallinden alıp Sancağ-ı şerif ihracı gibi merasimle hareket olunmuştu. Alayın önünde Enderun müezzinleri tekbir getirerek yürümüşler, Silahdar Ağa kılıç omuzunda olarak iki sıra dizilen Enderun Ağaları'nın arasından geçerek Bâb'üs-sa'âde'ye kadar getirilmiş ve orada Nakib'ül-eş-raf tarafından karşılanarak Peygamber Efendimizin kılıcı Nakib'e teslim edilmiş ve o da Eyyub'e gidinceye kadar omuzu üzerinde götürmüştür.
İkinci Mahmud kılıç alayında karadan gidip ceddi Fatih'in türbesini ziyaret ile doğru Eyyüb'e inmiş ve öğle namazını camiin hünkâr mahfelinde kıldıktan sonra türbe tarafına geçmiştir. Bir taraftan Kur'an okuyup diğer taraftan birinci imamın tekbir aldığı sırada ayağa kalkıp kıbleye dönüp evvela sağ tarafına Hazret-i Peygamber'in kılıcını takıp üç beş dakika dua ettikten sonra çıkarıp sol tarafına büyük ceddi Osman'ın kılıcını takmış ve sonra merasim nihayet bulup sandal ile ve deniz yoluyla sarayına dönmüştür.
İkinci Sultan Mahmud'un oğlu Abdülmecid'e de Nakib' eşraf kazasker Abdürrahim Efendi kılıç kuşatmıştır. İkinci Abdülhamide şeyhülislam Hayrullah Efendi tarafından Hazret-i Ömer'in kılıcı bağlanmıştır. Son Osmanlı Hükümdarı Mehmed Vahdeddin'e Sunûsi şeyhi Seyyid Ahmed'üş-şerif tarafından Hazret-i Ömer'in kılıcı kuşatılmıştır."
Kılıç kuşanma âdetini ilk önce Fatih Sultan Mehmed Han ihdas etmiş ve kendisine meşhur Akşemseddin kılıç takmıştır.
Kılıç alayı şöyle yapılıyordu: "Bunun için gönderilen tezkereler üzerine davetliler sabahleyin erkenden resmi serpuş ve elbiseleriyle saraya gelirler ve bu arada kapıkulu ocaklarının gelmesi de emrolunurdu. Evvela top arabacıları, onu takiben sırasıyla topçu, cebeci ve yeniçeri ocakları, iki keçeli dizilip Padişah'ın geçmesine intizar ederlerdi. Alay şöyle yürürdü:
İlk önce Asesbaşı, subaşı maiyetleriyle sonra Divan-ı Hümâyun Çavuşları, onların arkasından müteferrikalar, altı bölüm ağaları, şikâr ağaları, kapıcı basılar, Enderun’daki rikab ağalarından mir-i aslem, birinci mirahur, çeşnicibaşı. Daha sonra ulema ve şeyhler, onları takiben defterdar, reis'ül-küttab, Çavuşbaşı, kapıcılar kethüdası, daha arkadan Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, diğer kadılar, ulema. Onları müteakip vezirler, sadrazam, karadan alayla Eyüp Camiine gidip deniz yoluyla gelecek olan padişahı beklerler, gelince selamlarlardı.
Deniz yoluyla gelecek olan Padişah sabah namazından sonra Harem-i Hümayundan çıkıp ata binerek deniz kenarındaki Sinan Paşa Köşkü'ne gelir. Hurdan üç fenerli saltanat kayığına binip maiyetinde başlıca silahdar, çuhadar, rikâdar ve sair musahib ağalar olduğu halde kayığın dümenini Bostancıbaşı tutarak yürür ve arkasındaki kayıklara da Dar'üs-sa'âde Ağası, kapuağası binerek Eyüp’te Bostan iskelesine gelinirdi.
Padişah iskeleye geldiği zaman orada kendisini beklemekte olan Sadrazam, Şeyhülislâm, Kazaskerler, Yeniçeri Ağası, Rikâb Ağaları, Kapıcı başılar, Vezirler, Defterdarlar ve sair tarafından karşılanır. İskeleye çıkarken padişahın sağ koltuğuna sadrazam, sol koltuğuna kendi kayığından hükümdarın kayığına geçmiş olan Dâr'üs-sa’ade Ağası girip oradan kendisini alarak yemek yenmesi için geceden oradaki konaklardan birinde hazırlanan yemeği yemek için oraya götürülür. Bir miktar istirahatten ve öğle namazı kılınıp yemek yendikten sonra Padişah ata binerek önünde Vezir-i azam, vezirler ve diğer devlet erkânı olduğu halde buçukçu denilen kapıkulu süvarilerinden memurlar etrafa para saçarak Hz. Halid'in türbesine gidilirdi.
Padişah türbeye girdikten sonra Sadrazam ile Şeyhül-islâm ve Yeniçeri Ağası'nı oraya davet eder, Şeyhülislâm evvele du'a eder, sonra Padişah iki rek'at namaz kılar ve bunu müteakib duasını yapar ve Şeyhülislâm tarafından kılıç kuşatılırdı. Padişahın dönüşü kara yoluyla olurdu. Edirnekapı, Fatih, Divan Yolu’ndan geçilerek saraya gelinirdi.
Teşrifat ve kanunnameye göre çok defa 52 ve 50 arasında kurban kesilirdi. Bu kurbanlar cami ve türbe hademeleriyle fukaraya dağıtılırdı. Yine kanun üzere bu kılıç alayında kapıcılar kethüdasıyla Mirahur Ağa kara yoluyla dönüşte türbe kapısından saray kapısına kadar yürüyerek halkın Padişaha verilmek üzere takdim ettikleri isteklerini alırlardı."
Anlatılan bu merasim Tanzimat'tan ve Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından evvel yapılan alaydı. Sonraları alay tertip olunmakla beraber eskisi kadar debdebeli olmamıştır. Sultan Reşad 27-Nisan- 1325 (1909) pazartesi günü Dolmabahçe rıhtımından Söğütlü vapuruyla Haliç’e doğru hareket etmiş. Vapur rıhtımdan ayrılırken grandi direğine Zat-i Şahanelerine mahsus sancak çekilmiş ve geminin hareketi üzerine sarayın önünde bulunan ve alay sancaklarıyla donanan Mes'udiye, Âsar-i tevfik, Peyk-i şevket, Fethi Bülend zırhlıları tarafından 21'er tane top atılmıştır. Söğütlü ihtiramlar ve sürekli alkışlar arasında köprülerden geçerek Haliç’e girince Tersane önündeki harp gemileri tarafından merasim ifa olunmakla beraber 21 er tane top dahi atılmıştır. Eyüp Camii ile Türbe-i şerif bu münasebetle bayraklar, halılarla süslenmiş ve ruhaniyeti bu suretle bir kat daha artmıştır. Türbenin içindeki sandukanın sağ tarafında üzeri seraser denilen ve Üçüncü Ahmed'den yadigâr kalan çok kıymetli kumaşla Örtülü bir taht kurulmuş. Karşısındaki sehpa üzerinde Hazret-i Ömer'in kılıcı konulmuştu. Türbenin dışında yine seraser kumaşla süslü bir yer hazırlanmış, buraya da İkinci Mahmud'dan kalma sırmalı bir seccade, gözler kamaştıran bir bohça içinde olduğu halde, bir köşeye yerleştirilmişti.
Alaturka saat dört sularında vükelâ, teşrifata dâhil erkân, yanında Bahariye şeyhi Hasan, Karahisar şeyhi Celal, Yenikapı şeyhi Baki, Kulekapı şeyh vekili Veled Çelebi. Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Şemseddin, Üsküdar şeyhi Ahmed Efendiler bulunduğu halde Çelebi Efendi gelmişti.
Sultan Reşad, saat beşi beş geçe yanında Gazi Muhtar Paşa ile Ertuğrul süvarisi Tahir Bey'in delâleti ile iskeleye çıkarken orada bulunan Ertuğrul mızıkası yeni bestelenen Sultan Reşad Marşı'nı çalıyordu. Sultan Reşad kendisini alkışlayan asker ve halka iltifat ederekten baş türbedar Hafız Cemil Efendi ile ikinci türbedar Hafız Ahmed ve diğer yedi türbedar efendiler tarafından tutulan buhurdanlardan yayılan güzel kokular arasında ilkin camiye, sonra hacet penceresi yanındaki koltuk kapıdan türbeye girmiş, hazırlanan yere oturmuştu. Bu sırada birinci imam Hafız Hayri Efendi tarafından Fetih Suresi okunmakta idi. Türbe içinde şehzadelerden Ziyaeddin, Necmeddin, Hilmi Efendiler, Sadrıazam Hüseyin Hüsnü Paşa, yan'dan Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Hareket Ordusu kumandanı Mahmud fievket Paşa, Ali Rıza Paşa, Şeyhülislam Sahib Molla Bey ile ‹lmiyye, Mülkiyye, Askeriyye ricali bulunmakta idi.
Hafız Hayri Efendi'den sonra ikinci ve üçüncü imam da Fetih Suresi'ni okuyup bitirince Sultan Reşad türbeye girdi. Burada Çelebi Efendi, Şeyhülislâm Efendi, şerif Ali Haydar Bey, Ayan Reisi Said Paşa, Meb'usan Reisi Ahmed Rıza bey, Divân-ı Hümâyun Tercümanı ve Teşrifat-i Ummumiye Nâzın Gâlib Paşa ile baş imam Hayri, İkinci İmam İzzet ve üçüncü imam Sakıp Efendiler bulunuyordu.
Sultan Reşad, sehpa üzerinde bulunan Hazret-i Ömer'in kılıcını alıp hürmetle öptükten sonra Abdülhalim Çelebi'ye vermiş, o da hürmetle aldığı kılıcı Fatiha ile duadan sonra Padişah'ın beline bağladı. Bundan sonra Sultan Reşat iki rekât namaz kılmış, namaz bitince de Meclis-i Meşâyih reisi Elifi" Efendi tarafından sakal duası okunmuştur.
Merasim böylece bitince Sultan Reşad türbeden ayrıldı. Rikâbında Sadrıazam Hüseyin Hilmi Paşa, Şeyhülislâm Efendi, Ayan Reisi Said Paşa, Meb'usan Reisi Ahmed Rıza Bey, Dahiliye Nâzın Ferid Paşa ile sair vükelâ bulunduğu halde iki saf teşkil eden devlet Ricali ile ihtiram vaziyeti alan askerin ve "Padişahım çok yaşa" sesleri arasında cami kapısı önünde hazır bulunan arabaya binmiş, şehzadelerle vükelânın bindikleri arabalar ve mızraklı süvari askerlerinin teşkil ettiği alayla Edirnekapı'ya doğru hareket etmiştir.
Kaynak (Feridun Dirimtekin, 18. Asrın İkinci Yarısında İst İst Ens. Mec. 1958 4/96 ve devamı ) (Tarih-i lütfi 6/51) (Edebiyat-ı Umumiye Mec. 1337 No. 76) (İ.Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devrinde Saray Teşkilatı S: 189-190192-193-194-196) (M. Zeki Pakalın; Tarih Deyimleri ve Terimleri S: 259)